31 Ağustos 2008 Pazar

Coppola Ustasına Teknoloji Öğretiyor



Belki hatırlarsınız Kurosawa amcamızın başı mali yönden sıkışmıştı da Coppola ve Lucas ona yapımcı olarak destek olmuşlardı, ortaya Kagemusha gibi bir film çıkmıştı. İşte yukarıda da çok hoş, Coppola ustasına yeni çıkmış polaroid makineyi gösteriyor, nasıl çalıştığını 'öğretiyor'.

30 Ağustos 2008 Cumartesi

Guy Ritchie mi Quentin Tarantino mu?

Guy Ritchie gerçeği ile tanışmam, başlıktaki soru sayesinde olmuştu. Zamanın behrinde, ki bu 2000 lerin başlarına tekabul ediyor, okudugum bir derginin unlu bi arkadasımıza yaptıgı anketin sorusuydu. O vakitler sinema sanatı benim için bu kadar da derinlige sahip değildi. Bruce Willis en iyi aktordu, Quentin Tarantino ise Hulya Avsar'ın cok begendiğini soylediği Jackie Brown un yönetmeni idi. Guy Ritchie nin de bu yonetmenle karsılastırılan bir diğer yonetmen oldugunu o anket sayesinde öğrendik. Esasında postu yazma amacım Rocknrolla nın Grikamera prömyerini yapmaktı lakin Guy Ritchie nin de kişisel tarihimdeki yerinin genel izleyici üzerindeki yeri hakkında bir takım ipuçları vereceğini düşündüm. Oldukca yetenekli bir yönetmen oldugu ortada, lakin evliliği ve bazı tercihleri sevenleri için hep soru işareti olarak durmakta. Neyse biz sineması ile devam edelim; simdi bu guy ritchie denilen adam, kamerasina hakim, sucu ve sokagi gostermeyi seven biri. lock stock and two smocking barrels ve snatch den sonra bi miktar uzaklasti bu dumenden. revolver diye bir sey yapti ki esasinda dolu bir film olmasina ragmen izleyicisini pek tatmin etmedi. ama simdi geri donuyor. rocknrolla diyor, bole silah falan gostertiyor munzur munzur. gerard the leonidas butler i de yanina almis. ver elini londra ondan sonra, ade buyrun bakam:



17 Ağustos 2008 Pazar

Güldüren Cenaze


Türkiye'de cenazede ölüm adıyla çıkan bu filmin orijinal adı death at a funeral. Yönetmeni Frank Oz. Son zamanlarda kara mizah adına yapılmış filmler arasında kayda değer bir çalışma. Bol bol klişe kullanımı var, sinema anlamında çok etkileyici değil ama komedinin ilk şartı olan güldürmek olayını yerine getirebiliyor.

Film kısaca, babalarını gömmeye hazırlanan iki kardeşin bir anda ortaya çıkan ve onlara şantaj yapan cücenin ortaya çıkmasıyla işlerin sarpa sarmasını anlatıyor. Filmde ağrı kesici hap yerine uyuşturucu alıp kendinden geçen, kaybettiği kızın peşinden koşan ve ilginç bir şekilde kendine güvenen loser, huysuz ihtiyar gibi bilindik ama yine de komik bir çok karakter var.



Aslında bu kadar arıza karakterin bir araya gelmesi uyuşturucu hap, ailede karşılıklı komplekslerin daha önce gündeme gelmemesi ve bunun cenazede ortaya çıkması gibi olaylar klişe gözükse de filme bir kez kendinizi kaptırırsanız bir çok anında kendinizi kahkahalarla gülerken bulabiliyorsunuz. O açıdan eğlenceli bir film. İzlemek lazım.

8 Ağustos 2008 Cuma

Popüler Olmak, İnek Olmak, Cool Olmak...


Lise döneminde ben de severdim insanları kategorize etmeyi, hala da seviyorum gerçi. O zamanlar daha zevkliydi sanki, belki de daha masumane. Şimdi olayı dramatize etmek istemiyorum ama hayatın sıkıcı temposuna şahit oldukça lisenin dalga geçilen öğrencisi olmaya bile razıyım. kah güldük kah nostalji yaptık, konumuza gelelim. :)


The Breakfast Club seksenlerin ortalarında çekilmiş bir gençlik filmi. Artık klişeleşse de yukarıda saydığım özelliklere sahip bir grup gencin haftasonu ceza olarak okullarında bir sınıfta ders çalışmaya zorlanması sonucu birbirlerini keşfetmelerini, empati yapmalarını anlatan güzide bir film.
Yönetmeni de Evde Tek Başına serisinin yaratıcısı John Hughes. Bu amca yaklaşık 20 yıldır film çekmiyor ancak hala yazmaya devam ediyor. Yazdığı filmler arasında beethoven serisi, just visiting, drillbit taylor, ferris bueller's day off gibi ilgi gören eğlenceli filmler var.



Ancak tabi ki The Breakfast Club'ın yeri ayrı ve film artık klasikleşmiş bir kült statüsünde. Yarattığı orijinal karakterle, diyaloglarıyla, klişe gençlik filmlerinin aksine gençlerin sorunlarına gerçekçi bir şekilde eğilen oldukça da eğlenceli bir film. Denk gelirseniz kaçırmayın.

Anayı Karıştırmak Yok!

Daha küçükken, mahalle arasında da yazılı olmayan bir kuraldır; anayı karıştırmak yok, herkese küfür et, ona etme. Böyle kutsaldır analar, sadece bu klişeyle açıklanabilecek bir olay da değildir hem. Aslında benim konum da anne sevgisi değildir.

İnsanoğlu öyle garip bir varlıktır, psikolojisi, bilinçaltı o kadar korkutucudur ki ahlak, toplum tanımaz bazen. Önüne durulmaz.
Oedipus kompleksi. İlk çağlardan beri var olagelmiş, adını bile mitolojiden almış, bir çok yazarın yapıtlarında rastladığımız bir tabu. Doğal olarak sanat camiasında da zaman zaman konu edilmiş. Shakespeare'in eserlerinde rastlanan ve günümüzden de popüler bir örnek vermek gerekirse Jim Morrison'ın the end şarkısından söz açılabilir. Ancak konumuz sinema.



Sinemada cinsellik bir istirmar konusu olabilecek kadar popüler bir unsur olmasına rağmen anne oğul ilişkisi(ensest) üzerine çekilen film sayısı pek fazla değildir. Kanımca en başarılılarından biri Louis Malle'nin Murmur of The Heart'ıdır. Cesur bir anlatıma sahip film, konu üzerinden de artık klişeleşmiş burjuva eleştirisi yapmaktan da geri kalmıyordu. Daha sonra akla gelen Bertolucci'nin la luna'sı var ve son zamanlardan ise fazla bir şey söyleyemeyen Hallam Foe'yu örnek verebiliriz. Son olarak da yazının sebebi olan Savage Grace.




Başrolde julianne moore'un çok iyi olduğu, yapı itibariyla ne olduğuna karar verememiş, biyografik öğeler taşıyan ve ensest öğesini biraz da popülist bir yaklaşımla ele alan, marjinal olma kaygısı taşıyan vasat bir film. Ancak daha önce de bahsettiğim gibi sinemada örneği az bulunan bir konu üzerine çekilmiş bir film olduğundan farklı bakış açıları kazanmak isteyenler için değişik bir deneyim.

Filmin konusu kısaca Tony'nin yaşam öyküsünü anlatıyor; eşcinselliğini, babasıyla olan ilişkisini ve tabi ki annesiyle yaşadığı gel gitler ve trajik son. Filmin gerçek bir yaşam hikayesine dayanması onu daha ilginç kılıyor ancak okuduklarıma göre senaryoda biraz değişikliklere gidilmiş. Bu değişiklikler de zaten filmin yönünü tahmin ettiğiniz noktaya çekiyor ve filmi 'ucuz'latıyor.

Yine de julianne moore'un oyunculuğu için bile göz atılabilecek bir film.

6 Ağustos 2008 Çarşamba

İbrahim Tatlıses




80 li yıllarda 9 adet film çekmiş olan, 1952 şanlıurfa dogumlu yonetmen, senarist, prodüktor. filmlerinde ana temayı aşk, sınıf farklılıkları ve muzik olusturur. hayat hiçbir zaman toz pembe olmamıştır ibrahim in kadrajında. alt sınıfı alt sınıfın bakış acısından anlatır. yer yer mizahi ogeler de barındırır filmleri. kendisi de oyuncu olarak bir çok filminde yer almıştır.