20 Kasım 2008 Perşembe

Max Payne


Çıkan iki oyunu da yok satmış, dünya genelinde çok sayıda fanatiği olan bir oyundan beyazperdeye aktarılan Max Payne özellikle oyunu sevenler tarafından merakla beklendi.
Oyunun kalitesi göz önüne alınınca filmden de beklenti büyük oldu.

Oyuna bire bir benzeyen bir film bekleyenler hayal kırıklığına uğramış olabilir; fakat yapımcılar sadece oyunu sevenleri dikkate alsaydı seyirci kitlesini de belli bir kesimle sınırlamış olurdu. Zaten koca oyunu 2 saat 5 dakika içerisine sığdırmak pek mümkün olmazdı. Bu yüzden genel bilgilere sadık kalarak biraz da senaryoyla oynayarak film ortaya çıkarılmış. Ben şahsen daha gerçekçi kurgular, daha kaliteli silah sahneleri içeren, bol aksiyonlu ve fantastiklikten uzak bir film beklerdim. Fakat bu sefer de Max Payne oyununu diğerlerinden farklı kılan kendine has özellikleri gibi filmini de diğer filmlerden ayıran pek bir karakteristik özelliği kalmayabilirdi. Bu açıdan senaristlere ve yönetmene de hak vermek lazım. Yine de filmde olması gereken “sürükleyicilik” pek yok gibi. Oyundaki Max’in marifetleri de es geçilmiş. Biraz “sakin” ve yetenekleri arka plana atılan bir karakter olmuş. Oyunu oynamamış olanlarla, silip süpürmüş olanların alacağı tatlar da farklı olabilir tabi.

Mark Wahlberg seçilebilecek en iyi Max Payne olmuş diyebilirim. Rol üzerine tam oturmuş. Abartırsak “Sanki oyundan çıkıp gelmiş” de diyebiliriz. Diğer oyuncular: Mona Sax rolünde Mila Kunis, BB Hensley rolünde Beau Bridges ve Jason Colvin rolünde Chris O Donnell…

Ne iyi ne kötü diyorum. Yorumlara aldırmadan izleyin kararı siz verin. Imdb puanı, filme “vasat” etiketini yapıştımış bu arada.

17 Kasım 2008 Pazartesi

yirmidörttebir #2 - clerks

Kevin Smith'i üne kavuşturan bağımsız mı bağımsız 'çiğ' bir filmdi Clerks. Teknik yetersizlikler, parasızlık filmi erişilebilir kılan, yahu ben de yapardım bunu dedirten, samimi gözükmesini sağlayan en büyük sebepti. Yine de Kevin Smith kariyeri boyunca iyi bir kaç film daha çekti ama hiç biri clerks kadar samimi gelmedi, en azından kendi adıma konuşayım. Aşağıdaki karede de KS'in yarattığı ve diğer filmlerinde de yer verdiği; ot satarak geçimlerini sağlayan, boş beleş ikilisi Jay ve Silent Bob'ı görüyoruz.


Bu sahne ise filmde hiç bir amaca hizmet etmiyor. Jay saçma sapan bir şekilde dans ederken Silent Bob da öylecene duruyor. O yüzden de bu ikilinin saçma'lığını, absürdülüğünü hissettiren iyi bir kare. Ayrıca Kevin Smith'in parasızlıktan siyah beyaz çektiği filmin estetiğini yansıtan hoş bir ışık gölge resmi.

El Laberinto del Fauno


Franco döneminin İspanya’sında isyancılarla yapılan savaşın tam ortasında küçük bir kızın yaşadığı masal…Dünya’nın karanlık gerçekleri: “Acımasızlık ve şiddet” le çevrili bir yerde Ofelia’nın fantastik macerası…Hayal ve gerçeğin yarattığı keskin tezatlık…

Ofelia, bir İspanyol komutanın şanını devredeceği muhtemel erkek çocuğunu taşıyan annesiyle ormanın içlerindeki bu yere gelir.Bir uçan böceğin peşinden masalının başlangıcına yol alır. Periler ülkesinin prensesi olmak için Pan’ın dediklerini aynen yerine getirmelidir. Bu sırada savaşın içinde tuzaklar, planlar dönmektedir. Savaşın gerçekleriyle yüzleşmek mi? Masalının vaat ettiği hayallerine kavuşmaya çabalamak mı?

Konusu itibariyle bir çocuk filmini andırsa da aslında yeri geldiğinde sert şiddet sahneleri de içeren “yetişkinler için masal” olarak da tabir edilen bir Guillermo Del Toro filmi. Farklı ve ürkütücü yaratıklar, gerçekçi silah sahneleri ve çatışmayı her yönüyle gözler önüne seren atmosferiyle seyirciyi filme çekmeyi başarıyor.

Mutlaka orijinal dilinde seyredilmeli. Dublajlı izlenirse vereceği etki yarı yarıya azalır diye düşünüyorum ki dublajlısını da görmüşlüğüm vardır.

16 Kasım 2008 Pazar

THE PRESTIGE



Sihirbaz size bir şey vaat eder: "Kuşu yok edeceğim." Sonra dönemece gelinir: Kuş yoktur.Ama alkışlar henüz gelmez.Sıra en önemli kısımdadır: Prestij kısmı.Sihirbaz kuşu geri getirir.En azından bizim gördüğümüz budur.Alkışlarız.Biz kandırılmak isteriz ama küçük bir çocuk basit ve masumca bir yaklaşımda bulunup ağlamaklı söylenebilir: "Hayır o değil.Kardeşi nerede?"

İki sihirbazın yolları ortak olmak için kesişir.Onlar için basit, izleyici için endişe verici bir oyun ufak bir hatayla beklenmedik şekilde sonlanır.Seyircilerin endişesi, bu sefer yerini şaşkınlığa ve alkışlara bırakmamıştır.İki arkadaş artık iki ezeli rakiptir.Üstünlük kurma yarışında şaşırtıcı tuzaklar ve diğerinin oyununu bozma çabaları...Meslekleri bir tutkudan saplantıya dönüşen ve yarışta önde olmak için gözünü iyice karartan iki adamın intikam ve üstünlük mücadelesi...En iyi olmak, en fedakar olmak ve en çok bedeli ödemek midir? yoksa en kurnaz ve en acımasız olmak mı?

Bir Chirstopher Nolan filmi.Başrollerde Hugh Jackman,Christian Bale,Michael Caine ve Scarlett Johansson gibi usta isimlerle, şaşırtan, merak ettiren ve sonunda alkışlatan bir başyapıt...Nicola Tesla'ya hayat veren David Bowie'nin performansını da es geçmemek lazım."Harbiden böyle bir adamdı galiba" dedirtecek kadar etkileyici oynamış.
Özellikle kostümler ve dekorlar dikkat çekici.Olduğu dönemi yansıtan ve göze hitap eden unsurlar olarak göze çarpmışlar.İnsanı sürekli filme yoğunlaşmaya zorlayan bir atmosfer yaratılmış.İkinci kez seyredildiğinde bile aynı tadı verebilmesinin sebeplerinden bazıları da bunlar olsa gerek.
Etkileyici bir sonla "prestij" ini sunmayı da ihmal etmemiş Nolan.Her ne kadar çoğu şeyi anladığımızı düşünsek de bizi yeniden izlemeye zorlayan bir film olmuş.Kaç kere izlerseniz izleyin aslında hala tam olarak anlamadığınızı sanabilir ya da anladığınız şeylerin anladığınız gibi olduğundan şüphe edebilirsiniz.Bu da seyirciye "düşünme ve kafa yorma" imkanı sağlamış.Sanki Nolan da tam olarak anlaşılmayı istememiş. İzlenmeli...

RIGHTEOUS KILL




Yıllarca sayısız cinayetin faillerini ortaya çıkarmak, suçluları, kanunsuzları sokaklardan arındırmak için çalışan iki başarılı, tecrübeli dedektif... Artık mesleklerindeki son demlerini yaşayan bu ikili "adalet" i sorgulamaya başlamıştır. Bazen masum bir insan öldürülür, faile ulaşılır ama ceza "adil" olmaz. Onlar mesleklerini, amaçlarını, kanunları sorgularlarken başka faili meçhullerle de uğraşmaları gerekmektedir. Bu sefer cinayetler biraz farklıdır. Kanundan kaçmayı başarmış suçlular birer birer öldürülürmektedir. İkili için ise bu esrarengi cinayetler, aslında verilmekte geç kalınmış cezalardır. "Kanunsuzluk" kendi içinde çelişmektedir. Fail kendini "şehrin azizi" ilan etmiştir. Kurbanlarına işaretler bırakmayı da ihmal etmez. Her cinayette bir karta yazılmış farklı bir şiir. Şiirler, tam da akıllardaki çelişkiler, sorgular ve duygularla örtüşen cinsten. Katil mi? Kanunsuz mu? yoksa aslında "adil" olanı uygulayan "kahraman" mı? Taktir mi edilmeli? Yoksa infaz mı?

Başlarda Robert De Niro ve Al Pacino gibi iki dev aktörün rolleri aynı ağırlıkta değil gibi gözükse de, sonlara doğru bu "adaletsizlik" de çözülmüş sanki. Filmin başlarında da gösterilen, amatör bir kamerayla çekildiği belli olan ve dedektiflerden birinin "sorgu" da çekilmiş konuşması gibi duran video kaydı, sonlara doğru hem rol ağırlıklarını dengeleyen hem de seyirciyi ters köşeye yatıran bir unsur olarak kullanılmış. Ama bu unsur yine de filmden kopuk, gereksiz ayrıntı gibi gözükmekten kurtulamamış. Konusu itibariyle "şehrin azizleri" ni andıran ama kalitesi itibariyle ona pek yaklaşamayan yine de izlenilesi bir film. Oyunculuk resitali görmek ve biraz da heyecanlanmak isteyenler için gayet uygundur.

11 Kasım 2008 Salı

Devrim Arabaları



Ünlü ilk gençlik geyiklerinden biriydi benzini koyulmadıgı için bozuk zannedilen turk arabası devrim. Az dalga konusu olmamıstı lise sıralarında. Devrim arabaları bu sehir efsanesi kıvamındaki hikayenin arka planını anlatmaya soyunuyor. Bunu da Turk sinemasının uvey evlatlarından olan dokudrama janrına oturtuyor. Bir de yine pek yetkin olmadıgımız donem filmi yapısı var işin içinde. Tum bu arkaplanı nedeniyle en basta proje olarak ovguyu hakediyor. Sinemamızın komedi - dram - macera üçgeninin dışında bir çalışma ve bir de misyon edinmiş kendisine, dar anlamda turk sanayisinin, geniş anlamda turkiye nin az gelişmişliği üzerine de soylemek istedikleri var. Burokrasinin kokusmuslugu var, vizyonsuzluk var. Ben de muhendis formasyonuna sahip olmamdan mutevellit oturdum dinledim, guzel konusuyor.

Film, Araba yapmak için 4 ayı olan bir grup muhendisin hikayesini anlatıyor. Neden 4 ay demeyin, biz imkansız edebiyatını, ters motivasyonu, plansızlıgı, emrivakiyi seven bir milletiz. Yer yer işe yaramıyor da değiller(bkz. fatih terim). Bu emri vakinin sonunda işe hevesli bir grup muhendis toplanıyor ve işe koyuluyorlar. Bunların arasında kaşar muhendis - taze muhendis - usta başı gibi turk sanayisinin iç dinamiklerini de görmek mümkün. Gerisi spoilera girecek, ben girmeyeceğim.

Film, dekor tasarımları (atolye dısındaki mekanlar - sokaklar - ankara sekansı vs.) nedeniyle yer yer gerceklik duygusunun kaybolmasına neden olsa da genel olarak izleyiciyi filme konu olan ugrasın içine çekmeyi başarıyor. Otomobilin üretim sürecinde de bir miktar eksik aktarım var sahsıma göre. Bu işin zorlugunun vurgulanmasına da engel oluyor. Sanırım buradan calınan sure karakterlerin ailelerine yogunlasmak için kullanılmıs. Bu da filmi belgesel olmaktan kurtaran öğelerden biri. Bir denge durumu var ve bu tum bu planları anlamlı kılıyor.

Cok gorkemli bir oyuncu kadrosu var karsımızda. Hepsi de yeteneklerini sergilemiş, kacak oynayan yok. yalnız Altan Gördüm ve Onur Ünsal burun farkıyla öne geçmişler ya da ben taze muhendis olmam nedeniyle adam kayırıyorum, bilemedim.
Son olarak diyeceğim sudur ki, Turk sinemasının son donem incilerinden film, gereken deger verilmeli diyor, klaveyimi kırıyorum.

http://www.devrimarabalari.com/

3 Kasım 2008 Pazartesi

Butter

Gerrard mali durumu yerindeyken her şeyi arkasında bırakıp berduşluk yolunu seçer, Dorothy bu durumu içerler ama onu işe başladığı izbe kitapçının üst katındaki loş ve bilhassa boş dairesinde ziyaret eder.

Hayattan alabileceği zevklerin sonuna gelen adamların bilindik inzivaya çekilme durumunu Alan Cumming'in sade ve sevimli anlatımıyla izliyoruz. Helena ve Richard ise oyunculuklarıyla göz dolduruyorlar.


filmle ilgili bilgiler için:
Butter .