23 Ocak 2009 Cuma

Before Sunrise


Jesse ve Celine bir tren yolculuğu sırasında tanışırlar. İlk andan itibaren birbirinden etkilenen bu gençler kısa süre içinde hayatla alakalı derin bir sohbete dalar. Derin dediysek öyle filozof edasıyla değil rahat, samimi ve birbirlerinden hoşlandıklarını belli eden masumca hareketlerle yaparlar sohbeti. Fakat ayrı ülkelerin insanı ve ayrı yerlerin yolcusudurlar. Kısa süreli sohbetleri Viyana'da Jesse'nin inmesi gerektiği yerde bölünür; ancak bir kere ateş bacayı sarmıştır ki Jesse Julie'ye aslında Julie'nin de içten içe istediği beklediği bir teklifte bulunur. Sonrasında da hayatının erkeğini ya da kadınını bulduğunu düşünen ikili gün boyu sürecek olan samimi diyaloglar içine girer. İkisi de birbirine karşı tamamen şeffaf ve içtendir. Her türlü konuda fikirlerini belirtip, karşıdakinin görüşlerini alarak kısa sürede birbirlerini aşık olacak kadar tanırlar. Filmden aklımda kalan güzel sözlerden biri Julie'nin 13 yaşındaki bir kızın mezarı başında "Bu mezarı hatırlıyorum. İlk gördüğümde ben de 13 yaşındaydım. Şimdi 10 yıl yaşlandım. O ise hala 13 yaşında sanırım." sözüdür. Ha bir ders falan mı veriyor bu söz? Ya da hayatın anlamını mı içinde barındırıyor? Hayır. Sadece kızın o anda içinden geçen duygularını yansıtmak için sarfettiği ortamı dramatikleştiren bir söz. Neden söyledim? Bu tür güzel ve mesaj verme kaygısı gütmeyen bir çok söz var filmde. Ya da mesela Jesse'nin söylediği: "Bir adada 99 kadın 1 erkek varsa o yıl 99 çocuk doğma olasılığı vardır; fakat 99 erkek 1 kadın varsa sadece 1 çocuk doğabilir" gibi tamamen gerçek ama işe yaramaz bir takım komik sözler de duyabilirsiniz. Son bir tane daha söyleyeyim: Julie arkadaşımız aslında uçakla da gidebileceği yolu trenle katetmesinin sebebini şöyle açıklıyor: "Evet istatiksel olarak uçak daha güvenli bir yolculuk şekli ama benim korktuğum şey: Uçak düşerken birazdan öleceğini bilerek geçirdiğin o bir kaç saniyelik bilinçlilik anı." Bu bir bakıma uçak fobisi olan çoğu kişinin de içinden geçenleri yansıtıyor gibi. Neyse işte film tamamen ikilinin arasında geçen sohbetler ve biraz da romantik sahnelerden oluşuyor. O yüzden bazıları sıkıladabilir. Ya öyle film mi olur? İllaki olsun bir "The Dark Knight" bir "Transporter", ya da konusunu öğrendiğim de izlemekten vazgeçtiğim "Ironman" (Bariz, terörist Müslüman ve kahraman ABD propogandası vardır içinde), diyenlere tavsiye etmem. Zaten bir kaç dakika sonra "Bu ne lan? Başlarım size de Viyana'nıza da" deyip filmi tavsiye eden arkadaşınıza hafiften sövmeye başlayabilirsiniz. Ama gelgelelim ben beğendim. Zaten izlemeden önce beklentisizdim. Dram sevenler beklentilerini bulabilir. Pek sevmeyenler de beklentisiz olurlarsa izleyip beğenebilirler. Şimdi bir de bunun Before Sunset'i var. Hikayenin sonu mutlu mu mutsuz yoksa yine "Before Sunrise" gibi ne mutlu ne de mutsuz mu olacak anlarız. Saygılar...

21 Ocak 2009 Çarşamba

Hitman



Oynadığım pc oyunları içerisinde en severek oynadığımdır "Hitman". Diğer vurdulu kırdılı oyunlardan farklı olarak Hitman'de asıl önemli olan görevleri gizlilik içerisinde, dikkat çekmeden, temiz bir şekilde halletmektir. Zaten ikinci oyunun adı da bu yüzden "Silent Assasin" olmuştur. "Sessiz suikastçı" ya benzer bir şey anlamında. Kesin bir tavırla söyleyip çaktırmadan "İngilizceye de hakimim" gibi bir gönderme yapmamak adına “benzer bir şey “ diyorum. Yoksa gayet basit bir anlamı var. (Yine yapmış oldum). Her neyse oyunu gayet soğukkanlı bir şekilde kafa yorarak, planlar yaparak, etraftakilerin sana karşı tepkilerini irdeleyerek oynayıp görevi kimsenin ruhu duymadan bitirebildiğiniz gibi, sessizlikten bunalıp terör estirerek de bitirme seçimi yapabilrisiniz; fakat ikinci şık her bölümde işinizi görmeyedebilir. İşte bu yüzden görevleri çeşitli şekillerde, kendi stratejinize göre bitirme şansınız oyunda mevcut. Fakat görevlerin sonunda size görevdeki gizliliğinize göre not verilip, bu nota göre de para veriliyor. Neyse kısacası oyunda önemli olan “fazla ses çıkarmamak”.
Filmde Agent47’yi Timothy Olyphant canlandırmış. Kel haliyle oyundaki karaktere benzerlik açısından iyi bir seçim olmuş gibi…Mr Olyphant özellikle karakterin “yürüyüş” tarzına dikkat etmeye çalışmış. Gayet de benzetmiş. Filmde silahlı sahneler bolca kullanılmaktan çekinilmemiş. Yakın plan vurulma sahnelerinde kan sıçratma unsuruna baya bir özen gösterilmiş. Bu şiddetli yönüyle oyundaki “sessizlik” amacından sapılıp “seyirci çekme” taktiklerine başvurulmuş. (Ama biraz insaf be kardeşim, o mülayim sessiz Hitman'ı resmen “psycho killer” yapmışsınız.) Tabi biraz abartıyorum. Yine de silahlı ve dövüşlü sahneler dışında Hitman’ın sakin, ağırbaşlı, konuşmaktan aciz bir karakter olmasına dikkat edilmiş. Oyundaki senaryodan farklı olarak Agent47 bir klon değil de yetiştirilmiş bir savaşçı olarak gösterilmiş. Gerçekçiliği bozmamak istemişler herhalde.
Filmin konusuna gelirsek: Agent47’e yeni görevi için her zamankinden daha farklı ve zor bir hedef gösterilir. O görevini bitirmeye çalışırken bir yandan bir takım hainlerle de uğraşmak zorundadır. Aynı zamanda, görevi sırasında rastladığı güzel Nika’yı korumakla kendini yükümlü hissetmektedir. Nika Boronina’yı ise Quantum Of Solace’den Olga Kurylenko canlandırmış. Filme izlenebilirlik katan etkenlerden biri olmayı da başarmış.
Filmde hafiften “aciz Rusya ve iş bitirici ABD” izlenimi yaratılmaya çalışılmış da diyebiliriz. Soğuk savaş rekabetinin izlerini filmlerde görmeye daha çok devam edeceğiz bu gidişle. (Of çok dokundurucu bir cümle oldu). Neyse ben oyunun fanatiği olarak filmi izlemekte bir an bile tereddüt etmedim. Beklediğim tarzda olmamasına rağmen beğendim. Diğer oyunseverler ve oyunu oynamamış olanlar ne düşünür bilemem. Saygılar…

Not: “Psycho Killer” yakıştırması tamamen dün izlediğim Şahan Gökbakar skeçinden bir araklamadır.

20 Ocak 2009 Salı

Groundhog Day


Küçük bir kasabada her yıl yapılan geleneksel "Groundhog Day" şenliklerini görüntülemek üzere Phil, Rita ve kameran arkadaş yola çıkarlar. Phil iki dakikalık bir sunum için yılda bir defa, uzun bir yol katederek geldiği bu sakin yeri pek sevmemektedir. Fakat buraya alışmaya başlamalıdır çünkü artık her gününü burada geçirmek zorunda kalacaktır. Bir sabah uyandığında kendisini bir kez daha "Groundhog Day" şenliklerinin olduğu günde bulur ve takip eden diğer sabahlarda da bu sürekli devam eder. Aynı günün içerisine hapsolan Phil ilk başlarda bundan istifade ederek bir takım çakallıklar peşinde koşsa da, bunalmaya başladığı zamanlarda kendini iyice kaybedip kendisi için hoş olmayan bir takım manyaklıklar yapmaya başlar. Bir yandan da ilk gördüğü andan itibaren etkilendiği Rita'nın kalbini kazanmaya çalışmaktadır. Ancak Rita kolay lokma değildir ve onu tavlama konusunda ne kadar ilerlerse ilerlesin sabah olduğunda sıfırdan başlamak zorundadır.
93 yapımı bir film. Her gün aynı yerlerde aynı insanları görerek, benzer olayları yaşayarak geçiren Phil'i canlandıran Bill Murray "sıkıntı" duygusunu mimikleri ve hareketleriyle güldürücü bir şekilde yansıtmış. Filmin tarzı da genel anlamda zaten komedi. Ortalardan itibaren hafiften romantizm başlıyor. Türkçeye "Bugün Aslında Dündü" olarak çevrilmiş. Aslında çevrilmiş demek gereksiz. Yeni bir isim verilmiş demek daha doğru. Filmin konusunu çok da güzel özetleyen bir isim olmuş. Bulanı tebrik ederim.(Yaşıyorsa ve çok muazzam bir rastlantı sonucu bu yazıyı sonuna kadar okursa diyerekten.)
Konusu gayet açık, komik, kafanızı yormayacak aksine dinlendirecek ve rahatlatacak, güzel bir film. Yani bana göre öyle. Benden bu kadar gerisi size kalmış. Saygılar…

19 Ocak 2009 Pazartesi

Burn After Reading




İlk yazılardaki samimiyetsiz üslubumdan biraz sapmam gerektiğini düşünerek yorumuma geçiyorum. Ufak bir üslup değişikliği sezilebilir.
Brad Pitt, George Clooney, John Malkovich, Coen kardeşler'in Burn After Reading'inde bir arada. Kadroyu görünce insan izleme dürtüsüne engel olamıyor haliyle ama Coen soy ismi No Country For Old Men deneyimimden dolayı bu dürtümü frenlemedi değil. Sonuç olarak kadro etkeni daha baskın geldi ki buraya film hakkındaki yorumumu yazıyorum.
Efendim, bir kaç alakasız kadın ve adamın "hoşlanma" ve "sevme" duyguları aracılığıyla birbirleriyle alakalı hale gelmelerine tanıklık ediyoruz. Her şey filmdeki tek geçmişi önemli şahsiyet olan Ousborne Cox'un CIA analistliği işine son verilmesi, kendi deyimiyleyse "istifa etme"si ile başlar. Bundan sonrasında birbirinden bağımsız gibi gözüken zincirleme olaylar mekanizması devreye girer. Sorunlu karı-koca ilişkileri, hoşlanırken "tam da adamını bulma" durumları, tesadüfen bulunan bir cd, Chad Feldheimer'ın umursamazlığının verdiği cesaretiyle kalkıştığı "burnundan büyük işler". Bir mesaj kaygısı güdülmeyen, rahat bir dille, içinde bolca özellikle Osborne'un kullandığı "fuck" ve Chad'in kullandığı "shit" kelimeleriyle, insanda bir iki sahne dışında hiç bir heyecan duygusu yaratmayan, genelde komik ve yarı romantik sahneler eşliğinde bizi Coen tarzı bir sona götüren izlenilesi ama çok da merak edilmemesi gereken bir film olmuş. (Seslendirerek okuyorsanız bu cümleyi iki nefesle tekrar okuyunuz) Filmin tek çekici yanı ise olayların birbirine bağlanma aşamasında insan da "yappoz parçalarını birleştirirken" duyulan meraka benzer bir merak uyandırması ve kahramanlarımızın tepkilerini "kaliteli oyunculuk" marifetleriyle gözlemleme isteği yaratması"...(Tek değil iki çekici yanı varmış bu arada)
Kasmadan izlenebilir olmasına rağmen vasat bir senaryosu olmadığını da söylemek gerekir ki böyle diyerek zaten söylemiş oldum. Filmden sonra hafiften sinirlenmedim de değil. Coen kardeşler bu aralar beni biraz sinirlendirdi. Neyse saygılar...