8 Temmuz 2008 Salı

The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford



Vendetta the wonderkid'in uyarısıyla aklıma dustu ilk, hayat kısa, üşenme! And then, soforu karısıyla konusan bir hyundai h100, benim tek seritli yolda ters seriti kontrol etmem sebebiynen sag kalcama soyle bi hallendi ki thank god mesafenin uzaklıgı ve benim keskin kulaklarım bu birleşmeye mani oldu. Ölüm sanırım bayadır ilk defa bu kadar yaklastı. Lakin ben arayı acmak zorundayım, malum daha gencim. Sonra ve sonra en bi sevdiğim internet arkadasım dunya nın ölümün kokan nefesinden bahsetmesi, peşpeşe gelen medyatik sahısların ve uzak akrabaların ölüm haberleri ve benim 3 kısa gunde(yaz geldi gunler uzadı diyenlere bakmayın ben gecen baktım, hala 24 saat) bunları yasamam bunyemde herbiri ayrı ayrı habis ur halini alan usengecliği, ertelemeciliği, bugun olmaz haftaya gelciliği aldırmam gerektiğini bana hatırlattı. Tam yarın aldırırım dicektim ki bunun tedaviyi reddetmek oldugunun farkına vardım ve pek bi hosuma giden j. james filmiyle bu urların en buyuk semptonlarından biri olan actığı bloga post eklememe olayını telkinle yenmeye karar verdim. Yendiğime de inanıyorum. Bu yuzden buradayım. Bu usengeclik mevzuu bu kadar kısa anlatılacak bir şey değil ama üşengecim naapayım?



Sanırım bu kadar giriş yeterli filme donuyorum. Jesse James malum Amerikalı bi halk kahramanı, pokemonlara kadar girmiş bir figur. Brad pitt de malum Amerikalı bi halk kahramanı, dişilerimizin ruyalarına kadar girmiş bir figur. Bu ikisini birleştirmek de malum bi Amerikan işi, o da bu bloga kadar da girmiş bi iş.(bu sonuncusu pek olmadı) Yönetmen Avusturalyalı Andrew Dominik, onun nerelere girdiği hakkında pek bi fikrim yok ama daha once Eric Bana'lı Chopper'ı yonettiğini biliyorum. O da biyografik bi hikayeydi ve başarılı bir işti ki hem kendisi hem de Eric Bana sayesinde Hollywood'a geçiş yaptı. Yan roller ve yapım ekibi normal olarak baya kalabalık ve ben o kısma pek girmek istemiyorum, isteyen buradan bakabilir.


Oncelikle gorsel acıdan eşşiz bir filmle karsı karsıyayız. Her karesini muthiş bir estetik doyumla seyrettiğim baska bir film hatırlamıyorum. Bilemiyorum daha NBC seyretmedim belki ondandır. Mekan çekimlerinin yanında, şahıslara yapılan yakın çekimler de ortaya cıkan estetik kaygı izleyicide(burada bu ben oluyorum) muthiş bir şeylere tanıklık ettiği hissini bırakıyor. Destansı bir şeyler dondugunu hissettiriyor. Jesse james in Amerika'da ki konumu da sanırım bu tarz bir anlatımın secilmesinin ne kadar dogru bir tercih oldugunu ya da bu konum sebebiyle boyle bir tercihin yapıldıgını gosteriyor. Tabi ki bu gorsellik içinde Jesse James bambaşka bir yerde. Can dostum guzel insan Jef Castello nun yorumuyla tanrısal bir bakıs var kendisine. Ona hayran olmamak, duygularını aldırmakla mumkun anca, onu da yapabilecek bir tek Jason Bourne u tanıyorum, o da uzaktan.


Oyunculuga gelirsek, filmi izleyen herkes gorecektir ki Casey Affleck ya feci super bir oyuncu ya da gerçek hayatta baya ezik bir tip. İlk secenek akla daha yatkın sanki. Brad Pitt varolan karizmasının yanina Tombstone siyahlarini ve goz altı torbalarını ekleyerek tam bir idole donusmus. Oyunculugu da vasatın ustunde. Aslında oyunculuk yorumlamakta pek iyi değilim ama nasıl diyeyim falsosunu gormedim. Benim en cok hosuma giden ise Frank James karakteri. Boyle koylerde olur, herkesin danıstıgı sert amcalar, dayılar. Sozlerinden kimse cıkmaz ve buyuk saygı gorurler. Heh işte aynen onlar gibi bir dayı bu ve bence muthiş canlandırılmıs. Bıyıgı, tavrı, edası ile en cok aklımda kalan karakter oldu. Daha da uzun bi sure kalacak, yerimiz bol Allaha şükür.


Film, hikaye bazında izleyiciye kendisini şaşırtacak bir şey vadetmediğini daha bastan ismiyle deklare ediyor. Son donemde bir cok film artık bu yolda. Hikaye den cok durumlar one cıkıyor. Karakterlerin tepkileri, yolculukları artık daha bir on planda sanki. j.j. de bu tayfadan. Gerisi filmin içinde saklı, isteyen açsın kutuyu.

Tabi muzikler var birde. The Proposition ile sinema işine ikinci kez senarist kimliğiyle ilk kez western tagi dahilinde kayıt olan Nick Cave, filme bir adet cameo ve bir cok guzel parçayla hizmet ediyor. Nick Cave in muziğine aşina olanlar zaten daha tren soygunu sahnesinden kendisinin kokusunu alacaklar, elinde gitariyla gozuktugu vakit ise bi kedi gordum sanki diye bagıracaklardır. Fazla bagırmasınlar, sarkılar cok guzel, kacırabilirler.

Velhasıl kelam (muthiş bir baglama aparatı bu kelime) ayıla bayıla izlediğim bir film oldu. Sırada bekleyen filmlere ayıp olmasa cevirip cevirip izleyeceğim. Sizde izleyin.

0 yorum: