30 Temmuz 2009 Perşembe

Küçük der ki ;




Benim sinemalarım ötesi yok!...

Şimdi seyir günlüğüme yazdığım şarkılardan birisini okuyacağım sizlere.

Biliyorsunuz ki film izlenildiğinde kendisini anlatır, anlatmıyorsa Lynch ’in bir filmidir.

Sonra eleştiri yazısı okumak isteyenleriniz varsa onlar da sinema dergisinden uygar şirin ’i takip edebilirler yahut altyazı dergisinin kuşe kağıt olmayan kısımlarını okuyabilirler. Ben sadece film izlemeyi seviyorum ve bu filmleri sizlerde izleyin istiyorum işte o kadar. Neyse başlayalım.

Sinemayı severim diyen adam Lars Von Trier bilecek arkadaş, tüm Hollywood ’dan önce bilecek hem de. Robertcığım Altman alınmasın ama hal bu. Yoksa Gosford Park ’ı da severiz. Ama Zentropa bir başkadır: Bir ayrılış sahnesini daha iyi çekebilen varsa beri gelsin. Siyah beyaz film renkli görünebilir size, bu filmi izledikten sonra Elements of Crime ’ı deneyin. Lars’ın paleti enfes ama kabul etmeliyiz ki biraz da tuhaf.

Idıoterne, Dear Wendy, Direktoren For det Hele gibi renkleri vardır bu paletin…

Gus Van Sant, Wim Wenders bunlara lafın yok mu diyenlerinize ise söyleceklerim şunlardır : River Phoenix ’in yasını tuttuğum için Gus’dan bir tek Last Days ’i izledim, o da Michael Pitt’in hatrına (Good Will Hunting müstesna).Wim’i henüz tadamadım çünkü cdlerim bir arkadaşta (bkz. swh) .

Hitchcock usta derseniz şu en meşhurları bilmiyorum, The Bird, Strangers On a Train ve Psycho ‘dan bahsediyorum. Ama küçük yaşta Rebecca ’yı izlemiş bir veled olarak buradan kendimi tebrik ediyorum. Listemde Rear Window , Spellbound ve Vertigo ’da var.Hepsi de gizem unsurunu barındıran ve sürükleyici filmlerdir.Zamanın ötesinde olmak derse biri bu usta önerilir.Eskiyi sevmiyorsanız Sarah Jessica Parker’ın size göre bir filmi mutlaka vardır.


Eskiye ve siyah beyaz filmlere biraz dalmışken devam edelim. Siyahın ve beyazın en yakıştığı bana göre It’s a wonderful Life idi (melek amcaya hasta olmuştum) ama o zamanlar Voksne Mennesker ’den habersiz bir kul idim. Bu filmden sonra siyah beyaz filmlere renksiz diyen karşısında beni bulur arkadaş! – gülücük var burada ama biraz ciddi-

Lars ‘ın paletinden sonra renk diyesim pek yok ama bu renklere de gözümü kapayamam. Nick Hornby diye bir manyak var biliyorsunuzdur. Tüm zamanların en süper listeleyicisi olmaya hak kazandı nazarımda, o da adam ayrıldığı insanları bile listeliyor ya en kötüden en iyiye diye, ailecek seviyoruz. High Fidelity, About a boy gibi kitapları filmleştirildi. High Fidelity ’de pek sevdiğim bir çılgın Jack Black var. About a Boy ’u ise Tony Colette ’e adıyorum.



Renklenmeye başladığımız iyi oldu. Yolculuk devam ederken tercih ettiğiniz bir hazır kek alın elinize dişlerken bir de çay yudumlayın. Oh mis deyin. Devam edelim. Eternal Sunshine of the spotless mind ’ı bilmeyen yoktur herhalde bu güzideyi bize sunan-yazan deli-manyak-çılgın Charlie Kaufman “Being John Malcovich” adlı eserini bundan önce yazmış. Bilinçle ilgili yazmayı sever bu amcam, araya aşk serper, yüzünüze su çarpar, arada sizi kopartır sonra tekrar hüzünlendirir, ne yaparsa yapsın çok güzel yapar. Yalnızca iki filmle bir senariste vurulan insanları görünce bir de bu iki filmi izleyince bana hak vericeksiniz.

Size Kim-ki ’den bahsetmiştim Uzak Doğu diyince aklıma gelen sadece o değil.

Yimou Zhang ‘ın House of flying daggers ‘ı (Shi mian mai fu) benim ilk uzak doğulu filmimdir.Aksiyon,macera,aşk'ın den halidir ve filmdeki renkler enfestir. İlk film olarak iyi bir seçim, ikinci uzak doğulu filmi olarak Crying out loud in the centre of the world öneriyorum.Hüzünlü bir aşk hikayesidir. Üçüncü olarak ise kesinlikle Kizzu Ritan, iki çılgın çocuk ve güzel bir hikaye yönetmen de Takeshi Kitano daha ne olsun! Sonra da oturun Kim-ki Duk ‘un nesi var nesi yoksa izleyin.


Son olarak kendinize ait bir dvd koleksiyonu yaparsanız, lütfen Dead Man ’i eksik etmeyin.

Şimdilik Hoşçakalın ...




0 yorum: